16 Eylül 2007 Pazar

TÜRKİYE'NİN BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ (Özge Kocadağlı)

Türkiye palmiye kaplı sahillerinden buzul kaplı dağlarına, derin vadi tabanlarından yüce dağ doruklarına, verimli alüvyal ovalarından kıraç ve kayalık yamaçlarına kadar çeşitli ekosistemleri içine almaktadır. Bu arazi mozaiğinde yaşayan ve çoğu endemik olan binlerce bitki ve hayvan türü, bu türlerin farklı ırkları, farklı gen havuzları ve farklı evrimsel birimleri bulunmaktadır. Bunlara paralel olarak değişik türlerin nitelik ve nicelik bakımından farklı karışımlarıyla oluşan çok çeşitli kommünite tipleri ve habitat mozaikleri yer almaktadır. Bunlardan başka, kommünitelerin üyeleri olan türlerin, birbirleri ve cansız çevreleri arasında pek çeşitli biyolojik olaylar ve etkileşimler dizini, ekolojik işlevler, milyonlarca yıldan beri, değişik boyutları ve etkinlikleriyle sürüp gelmektedir. Bütün bunlar bir araya gelince, Türkiye’de, aynı derecede muhteşem boyutlu zengin bir biyolojik çeşitlilik ortaya çıkmaktadır.

Kültüre alınmış pek çok bitki türü ile, evcilleştirilmiş pek çok hayvan türünün yabani ataları Türkiye’de doğal olarak yetişmektedir. Bu bakımdan Türkiye, dünyadaki sekiz büyük gen merkezinden biri olarak bilinir. Türkiye’de yaklaşık 3000 tanesi endemik olan 10,000’den fazla bitki türü, tahminen 160,000’den fazla hayvan türü bulunmaktadır.



1. Çeşitliliğin Nedenleri

Türkiye’deki biyolojik çeşitliliği açıklayabilmek için konuya ilk olarak iki temel açıdan bakmak gerekir. Bunlardan ilki jeolojik evrim, ikincisi paleoklimatoljik evrimdir. Daha sonra bu iki sürecin etkileriyle şekillenen flora ve faunanın yerel şartlardan (özel konum gibi) nasıl etkilendiği ele alınabilir.

Anadolu oluşmaya başladığında, 65 milyon yıl önce, kıtalar yavaş yavaş şimdiki konumlarını almaya başladılar. Tam bu sıralarda, Afrika kıtası kuzeye doğru kayarak Avrupa ve Asya kıtaları sıkışmaya başladı. Bu nedenle, Alp kıvrımları ve bunların bir parçası olarak ta Toros ve Kuzey Anadolu dağları oluştular. Sıkışmanın etkisiyle 1000 metre kadar yükselen Anadolu’nun ortasında bugünkü Orta Anadolu Platosu’nu kaplayan bir kapalı havza gölü oluştu. Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğinin kaderi de büyük ölçüde bu dönemlerde yazıldı. Oluşan dağ silsileleri hızla yayılmakta olan çiçekli bitki ve böceklere fiziksel engel etkisi yaptı ve bu canlıların topluluklarını birbirinden kopararak farklı türlere dönüşmelerini sağladı. Bugün Türkiye’de karşılaştığımız açıklanması zor bitki çeşitliliğinin altında yatan temel nedenlerden biri 65 milyon yıl önce yaşanmış olan bu yer hareketleridir.

Çeşitli yer hareketleri, jeolojik süreçlerle bugünkü görünümünü alan Anadolu’da, son on bin yıl içinde, özellikle Orta ve Kuzey Avrupa’da yaşanan buzul devirlerinde, canlıları göçe zorlayacak derecede, elverişsiz yaşam koşulları meydana geldiği bir sırada, canlıların yaşamı için elverişli ekolojik koşullar hüküm sürmekteydi. O nedenle, buzul devirlerinin göçe zorladığı hayvansal canlılar ile bitki gelişimi için üretilen polenler ve tohumlar, ancak Anadolu’da yaşamlarını devam ettirebilecek mekanlar bulmuşlardır. Bunların Anadolu’ya sığınmış olanları, bulunduğu yaşam ortamında çeşitlenmişlerdir. Bu nedenle, Anadolu kendi endemik türleri yanında Kuzey kökenli bitki ve hayvan türleriyle de zenginleşmiştir. Ayrıca Afrika ve Asya’dan gelen canlı türleri için de Anadolu bir sığınak ve barınak olmuştur. Bunlar kendilerine özgü ve coğrafi koşullara bağlı olarak oluşan göç yollarını izleyerek Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Liquidambar orientalis (Anadolu sığala ağacı), Fagus orientalis (Doğu kayını), Osmunda regalis, Frangula alnus, Tilia rubra subps. Caucasica (kafkas ıhlamuru) gibi bazı türler bugün asıl yayılış alanından çok uzakta, farklı iklim koşullarında bulunmaktadırlar. Ancak bunların hepsinin yayılış alanı çok sınırlıdır ve hemen hepsi tespit edildikleri yeni yayılış alanlarında çok özel şartlarda varlıklarını devam ettirmektedirler. Bu türler pleistosendeki iklim değişimleri nedeniyle Türkiye’ye yerleşmiş, daha sonra alanları daralarak o zamanki şartları taşıyan veya benzer olan en ideal yerlerde korunmuş olarak kalmışlardır. Akdeniz flora bölgesi içinde kalan Amanos dağları flora tarihi bakımından bu duruma güzel bir örnek oluşturur. Bu sahada yayılış gösteren endemik türler arasında dikkate değer olanlar Ajuga postii, Origanum amanum, Helleborus vesicarius ve Vulfenia orientalis gibi çok farklı türlerdir. Bunlardan Vulfenia’nın Batı Himalayalarda, doğu balkanlar ve Alplerde yayılışı bilinen sadece 4 türü daha vardır. Endemik bitki türlerinin fazlalığı yanında Amanos dağları Taxus baccata (porsuk ağacı), Fagus orientalis (doğu kayını), Buxus sempervirens (adi şimsir), Ilex aquifolium, Fraxınus excelsor (Dişbudak), Smilax excelsa gibi bir çok Avrupa-Sibirya elemanına sahip olmasıyla dikkati çeker. Amanosların bitki örtüsünün bu çeşitliliğinde pleistosende bir göç rotası olan “Anadolu diagonali” en önemli rolü oynamıştır. Bu rota boyunca Öksin türler kuzeyden güneye göç etmişlerdir. Buzul devirlerinin sona ermesi ve sıcaklıkların artmasıyla öksin sektör kuzeye doğru çekilmiş, amanos dağları ise bu türlerin korunaklı bir sığınağı olarak kalmıştır.

Bazı araştırıcılara göre Karadeniz bölgesinin bazı alanlarında görülen maki topluluklarının varlığı da pleistosendeki iklim salınımlarına bağlanmaktadır. Yine benzer bir şekilde Türkiye’nin Avrupa-sibirya flora bölgesinin nemli orman formasyonuna ait olan, Fagus orientalis, Lonicera caucasica subsp. orientalis gibi öksin elemanların Akdeniz flora bölgesinde, Yukarı Gediz havzasında, sınırlı alanlarda yayılış gösteriyor olması durumun Kanıtları arasındadır.

Bitkiler besin zincirinin ilk basamağını oluşturduğu ve hayvan türlerinin dağılışı da büyük ölçüde bitkilere bağlı olduğu için bitki coğrafyasından aldığımız bu bilgiler Türkiye’deki hayvanların çeşitliliğini tam olarak kavrayabilmek açısından da yaşamsal bir öneme sahiptir. Pleistosene ait faunal örnekler arasında ise Türkiye’deki arkeolojik kazılar neticesinde karain mağarasında ortaya çıkarılan gergedan (Rhinoceros), fil (elephans) ve su aygırı (hippotamus amphibius) ile çeşitli panter fosilleri bu dönemde güneyden meydana gelen hayvan göçlerinin arkeolojik kanıtları arasındadır. Bu türlerden Pantera pardus 20. yüzyıla kadar yaşamını sürdürmüştür. Su aygırı ethiyopya zoocoğrafya bölgesinin karakteristiği, asya fili oriental zoocoğrafya bölgesi karakteristiğidir. Fakat fosil kayıtları bu türlerin Anadolu’da pleistosende yaşadıklarını ortaya koyar. Filler (elephans) Asurlular zamanında, İ.Ö. 8. yüzyıl, Harran ve habur dolaylarında varlıklarını sürdürmekte idi. 1970 te Kahramanmaraş’taki gavur gölünün kurutulması sırasında bütünlüğünü korumuş bir fil iskeleti bulunmuş, Kahramanmaraş müzesine kaldırılmıştır. Bunların yanında kuzey kökenli (Avrupa, Asya ve Amerika’nın en kuzey enlemleri esas yayılış alanı) bir kuş türü olan kadife ördek (melanitta fusca) halen ülkemizde doğu Anadolu’nun yüksek kesimlerinde bulunan buzul devirlerinin relikti olarak kabul edilir.

Günümüze yaklaşırken, Anadolu coğrafi evrimini biyocoğrafik açıdan çok stratejik bir konumda noktaladı. Avrupa ve Afrika’ya olan yakınlığı Anadolu’nun en az Asya kadar bu iki kıtanın değerlerini de taşımasına neden oldu. Ayrıca Anadolu, tarihin değişik dönemlerinde her üç kıtada yaşayan canlıların yayılması için de köprü görevi yaptı.

Bitki coğrafyasının anlattıkları Türkiye’deki canlıların dağılışını anlamamız için önemli ipuçları vermektedir. Dünya 37 ayrı “flora bölgesine” ayrılmıştır. Bu sınıflandırmaya göre üç farklı flora bölgesi Türkiye sınırları içinde buluşmaktadır. Türkiye gibi dünyanın çok küçük bir bölümünü kaplayan bir alanda üç ayrı bölgenin buluşması çok nadiren görülen bir durumdur. Üç farklı floraya ait türlerin bulunması yanında, Türkiye’de temsil edilen üç flora bölgesi arasında kalan geçiş sahaları ayrı bir öneme sahiptir. Geçiş sahaları endemik ve melez türler açısından oldukça zengin alanları oluşturmaktadır.

Anadolu, deniz seviyesinden 5000 metre yükseltiye kadar farklı yükselti kuşaklarını içerir. Batıdan doğuya, kuzeyden güneye bu yükselti basamakları oldukça farklılık gösterir. Yükseltinin iklime olan etkisi kısa mesafelerde dahi farklı canlıların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Aynı zamanda yüksek kütlelerle çevrili izole olmuş alanlar canlılar için doğal bir engel yaratarak çeşitlenmede oldukça etkili olan evrimsel süreçleri hızlandırmıştır. Bunun yanında yüksek kütlelerle çevrili kapalı havzalar lokal iklim özellikleri dolayısıyla çevresine göre farklı populasyonları bünyesinde barındırmıştır. Anadolu’nun yeryüzü ve lokal iklim bölgelerine uyum sağlayabilen bitkisel ve hayvansal canlı türler de bu koşullara göre değişik topluluklar oluşturmuştur. Bu da Anadolu’da canlılar toplamı bakımından ayrı bir zenginlik yaratmıştır. Örneğin, yüksek dağlarla çevrili izole edilmiş alanlarda, populasyonlar arası gen akımı engellendiğinden, bu bölgelerde evrimsel süreçlerle genetik çeşitlilik meydana gelmiştir.

Anadolu üç tarafı farklı karakteristiklere sahip denizlerle çevrili olduğundan, kıyı kuşağında da farklı iklim özelliklerine sahiptir. Örneğin Karadeniz kıyıları daha serin ve nemli, Akdeniz kıyıları daha sıcak ve kuraktır. Karadeniz ve Akdeniz’de yüzey şekillerinin uzanışı kıyıya paralel olduğundan denizel iklim koşulları sınırlı derecede iç kısımlara sokulabilmiştir. Kıyının hemen gerisindeki kütleler denizel iklim özelliklerinin iç kısımlara sokulmasını engellediği gibi, kıyı kuşağındaki canlıların iç kesime geçmesini engelleyen doğal bir barikat olmuştur. Bu nedenle kuzey güney yönlü çeşitlilik sadece enlemsel özelliklere bağlı kalmamıştır. Örneğin, Karadeniz kıyısından iç Anadolu’ya doğru bir kesit aldığımızda ilk önce serin denizlere özgü kıyı ekosistemi ve hemen ardında tropikal ormanlara benzeyen nemcil ormanlarla karşılaşırız. Daha içeriye, yükseklere hareket ettiğimizde iğne yapraklı ormanlar, daha da yükseklerde ise yüksek dağ ekosistemi bizi karşılar. Buradan aşağıya inmeye başladığımızda ise yer yer Akdeniz’e ait türleri de bünyesinde barındıran derin vadi ekosistemleri yerini alır. Buradan daha içerilere doğru ikinci yüksek kütleler bizi karşılar. Fakat daha kurakçıl ekosistemlerle temsil edilen ormanlar ve iç Anadolu’ya doğru ise step ekosistemi yer alır. Anadolu’nun merkezi ise tuzcul bozkırları, kapalı havza gölleri, volkanik dağlar ve karstik platolarla kaplı bir hal alır



2.Türkiye’nin Biyolojik Çeşitliliği



2.1.Flora Çeşitliliği

Dünya 37 ayrı “flora bölgesine” ayrılmıştır. Bu sınıflandırmaya göre üç farklı flora bölgesi Türkiye sınırları içinde buluşmaktadır. Bunlar; Avrupa-Sibirya, İran-Turan ve Akdeniz flora bölgeleridir. Türkiye gibi dünyanın çok küçük bir bölümünü kaplayan bir alanda üç ayrı flora bölgesinin buluşması çok nadiren görülen bir durumdur.

Yukarıda açıklanmaya çalışılan nedenlerle, Anadolu’da kıtalarla boy ölçüşebilecek biyolojik zenginlikler oluşmuştur. Örneğin, Avrupa Kıtası’nda bütün bitki türlerinin toplamı 12.000 olduğu halde, Türkiye yaklaşık 10.000
[1] doğal çiçekli bitki ve eğrelti türüyle, ılıman iklim kuşağındaki en zengin floraya sahip ülkedir. Florasının üçte biri (%34,4), endemik türlerden oluşur. Araştırmalara göre ülkede 163 bitki ailesi, 1.255 bitki cinsi ile taksonomik açıdan da bir çeşitlilik arz eder. Türkiye, Avrupa'da görülen bitki türlerinin %75'ine sahiptir ve biyolojik çeşitlilik açısından, ada olmayan ülkeler arasında da onuncu konumdadır. Türkiye florasında 500’den fazla soğanlı bitki bulunur. endemizm oranının yüksek olduğu bu flora, tıbbi ve aromatik bitkiler açısından da zengindir.

Türkiye’nin florasındaki yüksek endemizm oranı (%34,4) dikkat çekicidir. 3022’yi bulan endemik tür sayısı; alttür, varyete ve hibritlerle birlikte 3403’e ulaşır. Ilıman iklim kuşağında, Türkiye’den başka hiçbir ülkede görülmeyen bu yüksek endemizm oranına, ancak izole olmuş adalar ve tropik ülkelerde rastlanabilir. Türkiye’nin florasında, endemik türler bakımından en zengin familya Compositae, en yüksek endemizm oranı içeren familya ise Campanulaceae’dır. Buna ek olarak, en fazla endemik tür de, Astragalus cinsi altında kayıtlıdır.

Türkiye’nin bazı bölümleri ve bazı dağ silsileleri endemik bitkiler bakımından çok zengindir: örneğin Amanos dağları, Ilgaz dağları, Orta Toroslar ve Taşeli platosu, Bolkar dağları-Aladağlar, Antitoroslar, Kaz dağı, Uludağ, Gümüşhane-Erzincan çevresindeki dağlar, Artvin-Rize arasındaki yüksek dağlar, Munzur dağları, Van-Hakkari-Bitlis çevresi, Sivas ve Çankırı yakınlarındaki jipsli araziler, Tuz gölü çevresindeki tuzcul stepler ve Güneybatı Anadolu. Anadolu Diogonali’nin bulunduğu alan ise Türkiye’de endemizm açısından en yüksek değerleri gösteren bir yer olarak dikkati çeker.

Türkiye’nin floristik zenginliğinde üç farklı flora bölgesinin kesişme alanında bulunması oldukça etkilidir. Bunlar Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan bölgeleridir. Bu floristik bölgelerde topoğrafik ve iklimsel değişkenlere bağlı olarak kendi içlerinde farklılar göstermektedir. Örneğin Avrupa-Sibirya bölgesi Türkiye’de öksin provensi ile temsil edilir ve bu saha bütün kuzey Anadolu’yu içine alarak, Kafkasların batı bölümüne kadar uzanır. Öksin provensi Davis tarafından Doğu Karadeniz bölümünü Orta Karadeniz bölümünden ayıran Melet ırmağı vadisinden geçen bir sınırla, doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Doğuda kalan kısma Kolşik veya süper öksin saha adı verilmiştir. Bunun nedeni bu kısımda öksin florasına ait türleri sayısındaki ve yağış miktarındaki artıştır. Bunun yanında kolşik sahada endemik türlerin sayısı da belirgin şekilde artar. Kolşik sektörün alpin florası Kafkaslarla yakın ilişkili iken, batı kesimdeki alpin flora Türkiye’nin İran-Turan flora bölgesi ve Akdeniz dağ florası ilişkilidir.


2.2.Fauna Çeşitliliği

Türkiye palearktik zoocoğrafya bölgesi içinde yer almaktadır. Bu geniş ünite içinde sahip olduğu coğrafi özellikler nedeniyle Türkiye’nin önemi büyüktür. Çok kısa mesafelerde değişen iklim, bitki örtüsü ve jeomorfolojik özellikler, bitkiler ve hayvanlar için yaşam ortamlarının çeşitlenmesine ve zenginleşmesine yol açar. Hayvan türlerinin özellikle topografik şartlara bağlı olarak çeşitlilik kazandığı ve bu yolla çok fazla alt türün de geliştiği düşünülürse, Türkiye’nin faunal zenginliğinin daha da arttığı ortaya çıkar. Flora ve fauna zenginliği bakımından herhangi bir kara parçası niteliğinden çok bir kıta özelliği gösteren Türkiye, aynı zamanda kıtalar arasında çeşitli doğrultularda göç eden kuşların da kullandıkları en önemli yollardan birisidir. Kara ve sudaki yaşam ortamlarıyla bu kuşların konaklama ve üremeleri için önemli bir alandır.

Türkiye’de 1980’li yıllarda 80.000 bin civarında hayvan türü olduğu düşünülürken, günümüzde bu rakam 160.000 binin üzerine çıkmıştır. Bu, Avrupa’daki hayvan türü sayısının 2 katına yaklaşmaktadır. Değişik kaynaklarda Türkiye faunası için farklı rakamlar telaffuz edilmektedir. Örneğin; Çepel’e göre (2003), 120 memeli, 413 kuş, 93 sürüngen, 18 amfibi, 276 deniz balığı ve 192 içsu balığı; UÇEP’e göre (2003) 120 bin omurgasız, 120 memeli, 426 kuş, 93 sürüngen, 20 amfibi, 380 deniz balığı, 192 iç su balığı Türkiye’de doğal olarak bulunmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalardan biri olan DPT ve TÜBİTAK ortaklığıyla düzenlenen “Türkiye Faunası Veritabanı Projesi” çalışması sonuçlarına göre ise, Türkiye’den toplanan örneklerle hazırlanan listede, Türkiye’de 132 memeli, 450 kuş, 106 sürüngen, 21 amfibi, 121 tatlısu balığı ve 390 deniz balığı türü olmak üzere toplam 1220 omurgalı türü yaşadığı belirlenmiştir. (Kence ve Bilgin 1996) Bu çalışmanın sonuçlarına göre;

Türkiye Kuş faunası, yakın geçmişte soyu tükenmişler veya tükendiği sanılanlar da dahil 450 türden oluşmaktadır (18 takım ve 69 familyaya mensup). 450 türden 376’sı (%84) yılın herhangi bir döneminde düzenli olarak görülmektedir. Geri kalan 74 türden 57’si olağan dışı olarak Türkiye’de kaydedilmiş rastlantısal türlerdir. Diğer 17 tür ise her yıl görülmemekle birlikte son elli yılda beş kereden daha sık kaydedilmiş türlerdir. 376 türden 299 (%80) halen düzenli olarak üremektedir. 75 tür ise göç veya kışlama esnasında kaydedilmiştir. Ayrıca, ürediği kesin olmayan 34 tür düzenli yada düzensiz olarak Türkiye’de yazı geçirmektedir. Daha önceleri mevcut olan 11 tür son elli yıldır kaydedilmemiştir. Bunların dışında, 4 türün son elli yıl içinde soyu tükendiği kabul edilmektedir.

Türkiye memeli faunasını oluşturan türlerin yaklaşık %73 ü küçük memeliler %27 sini ise büyük memeliler oluşturur. Türkiye’den toplanan toplanmış örneklerle belirlenmiş tür sayısı ise 132 dir
[2]. Bunların arasında 30 türle temsil edilen yarasalar ile fare, sansar ve tavşan en fazla çeşitliliğe sahip olanlardır. Tür çeşitliliği en az olanlar ise birer türle temsil edilen kurt, çakal, tilki, sırtlan, fok, yaban domuzudur.

Sürüngen ve amfibilerde ise tam olarak yeterli araştırmalar yapılmamış olmakla birlikte şu ana kadar bilinen 128 tür bulunmaktadır. Bunlardan sürüngenler 8 kaplumbağa, 10 keler, 44 kertenkele, 36 yılan, 8 engerek içerir. Amfibiler ise 8 semender ve 14 kurbağa türü içerir
[3].


9 Eylül Üniversitesi'nden Prof.Dr. İbrahim Baran ve ekibinin yürüttüğü araştırmalar sonucu Harran Ovası'nda bulunan (2003) kertenkele türü Acantodactybys Harranensis.

Balıklarda ise 121 tatlı su ve 390 deniz balığı bulunduğu belirtilmekte, balık türlerinin sayısının Süveyş kanalının açılmasıyla büyük bir değişime uğradığı bildirilmektedir. Ayrıca bu listeye göre deniz balıklarından 74’ü Karadeniz ve Akdeniz’in endemik türleridir. İç su balıklarında ise endemizm oranı daha yüksektir.

Omurgasızlarda ise 160.000 civarında tür kayıtlıdır. Bunlardan böceklerin yalnızca %10’unun tespit edilebildiği düşünülmektedir.


2.3.Ekosistem çeşitliliği

Ayrıca ülkemiz ekosistem çeşitliliği ve işlevsel çeşitlilik bakımından da zengindir. Ormanlar, stepler, göl, deniz-kıyı-ada, akarsu, maki, yüksek dağ, derin vadi ekosistemleri gibi ekosistemler de kendi aralarında gerek yapı ve gerekse işlev bakımından çeşitlilik arz etmektedir. Bu ekosistemlerde çok çeşitli bitki türleri bulunmaktadır. Örneğin step ekosisteminden sadece gevenlerin yüzlerce türü bulunmaktadır. Ayrıca Sucul ve Tuzcul bitki türleri bakımından da ülkemiz ayrı bir zenginliğe sahiptir. Şuana kadar belirlenen habitat sayısı 500’dür. Ayrıca araştırılmamış, çok az temsil edile habitat çeşitleri mevcuttur.

Sulakalanlar, ormanlar, bozkırlar, nehirler, kıyı kumulları, makiler, alpin çayırlar-yüksek dağ ekosistemleri gibi daha bir çok ekosistemi barındıran Türkiye’de uluslar arası kriterlere göre belirlenmiş (Bern sözleşmesi) 122 Önemli bitki alanı ve 97 önemli kuş alanı belirlenmiştir. Avrupa birliği ormanları sıcak noktalarından 9’u Türkiye’de bulunmaktadır. Uluslararası Doğa Koruma Örgütü’ne (CI) göre ise “küresel biyoçeşitlilik sıcak noktaları”ndan ikisi olan Kafkasya ve Akdeniz havzası’nın bir bölümü Türkiye sınırlarında yer alıyor.


2.3.1.Sulakalanlar, göller ve kıyılar

İç sular Türkiye yüzölçümünün %1,6’sını kapsar ve 200 doğal göl bulunur. iç sular yanında kıyı alanlarında bulunan delta sahaları ve lagünler sulak alan ekosistemleri açısından önemlidir. Bu göller ve sulak alanlar özellikle su kuşları ve biyolojik çeşitlilik için önemli alanlardır. Türkiye’de sayıları 250’yi bulan sulak alanlardan 76 sı, özellikle kuş yaşamı için büyük önem taşımaktadır. Bunlardan 56 tanesi Ramsar sözleşmesi (1971) kriterlerine göre uluslar arası öneme sahiptir ve 18’i “A” sınıfı sulak alan olarak uluslar arası düzeyde kabul görmüştür. Ancak Manyas gölü, Burdur gölü, Seyfe gölü, Ulubat gölü, Sultan sazlığı ve Akyatan lagünü işle Göksu, Kızılırmak ve Gediz deltaları, 1994 de onaylanmasından sonra bu sözleşme çerçevesinde “uluslar arası öneme sahip sulakalan” ilan edilmiştir.



sultan sazlığı- konya


Dünyadaki üç önemli kuş göç yolunun ikisi (batı palearktik ve Afrika arasındaki) Türkiye’den geçmektedir. Her yıl 200.000’den fazla yırtıcı kuş Türkiye’nin Doğu Karadeniz bölgesi’nden, Çoruh vadisini izleyerek doğu Anadolu bölgesine uçar ve buradaki sulak alanlarda barınır. Bu göç dünyada, Batı Palearktik Bölge’deki en büyük yırtıcı kuş göçü olarak bilinir.

Göl ekosistemlerine baktığımızda; tatlı, tuzlu, sodalı; derin, sığ, bataklık, sazlık gibi farklı niteliklere sahip göllerin Türkiye’deki varlığı her bir gölün farklı karakteristiklere sahip olmasına, dolayısıyla farklı canlılara ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Örneğin tuz gölü yüksek tuz konsantrasyonu nedeniyle balık içermemekte, fakat mikroskobik canlılar ve tuzcul bitkiler açısından çok zengin bir canlı yaşamı sergilemektedir. Yine tuz gölünün kış aylarında alanını genişlettiği step alanları bu sahaya özgü çok nadir endemik türlerin yaşam alanını oluşturmaktadır (örneğin Kalidiopsis wagenetzii (çorak gülü)).


tuz gölü


Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili olduğu için, deniz ve kıyı ekosistemleri için oldukça çeşitlidir. Farklı özellikler taşıyan Karadeniz ve Akdeniz ile bu iki denizin geçiş sahası olan Ege ve Marmara denizleri ve bunların taşıdıkları farklı fiziksel yapı ve kıyı özellikleri bu çeşitliliği arttırır. Örneğin tuzluluk oranı Karadeniz Akdeniz’e doğru artar, fiziksel özelliklerin farklılaşması dolayısıyla territoryal ve bentik canlılarda değişimler meydana gelir. Örneğin bu nedenle; ofroz ( Epinephelus marginatus) ve ahtapot (Octopus vulgaris) ege ve akdenizde yayılış gösterirken Karadeniz’de ve Marmara’da görülmez. Diğer yandan karadenize has bir dip balığı olan kalkan (Psetta maxima) diğer denizlerimizde görülmez. Dünyada Akdeniz havzası dışında yayılım göstermeyen deniz çayırları (posidonia oceanica), Ege ve Akdeniz’de yayılış alanı bulurken Marmara ve Karadeniz’de görülmez.

Karadeniz, dünyanın okyanuslardan en fazla yalıtılmış ve en geniş anoksik denizi özelliğindedir. Bu yalıtılmışlık Karadeniz’deki canlı yaşamı için evrim sürecini hızlandırmış ve endemik türlerin gelişimini sağlamış olmakla birlikte İstanbul ve Çanakkale boğazı vasıtasıyla olan Akdeniz ilişkisi türler arası ilişkileri arttırmış ve kendine has endemik türleri yanında Akdenizli diğer kozmopolit türlerin Karadeniz’e geçişine imkan sağlamıştır. Örneğin; Acipenser gueldenstaedti (rus mersin balığı), A, nudiventris (mersin balığı) ve A, stellatus (mersin balığı) Alosa caspia tanaica (tirsi), Mullus barbatus ponticus (barbunya) Karadeniz’in endemik türlerindendir. Karadeniz’in önemli bir türü de Monachus monachus (Akdeniz foku)’tur. Akdenizli olan bu tür Karadeniz de genetik olarak yalıtılmış olarak gelişmiştir.

İstanbul ve Çanakkale boğazları taşıdıkları özellikler dolayısıyla Akdeniz ve Karadeniz arasındaki bağlantıyı sağlayan özel ekosistemlerdir. Balıkların mevsimsel göç yolları üzerinde bulunmaları boğazların ekolojik önemini arttırır.

Akdeniz daha kozmopolit olmakla birlikte endemizm oranının da oldukça yüksek olmasıyla dikkat çeker (70 endemik). Ayrıca Akdeniz bölgesinde Süveyş kanılının açılmasıyla yerleşmiş 29 kızıldeniz kökenli egzotik balık türü bulunur. Akdenizin floristik canlıları arasında posidonia çayırları da önemli bir yere sahiptir. Akdeniz foku ise küresel ölçekte tehlike altındaki türlerimizdendir.


2.3.2.Ormanlar

Türkiye ormanları ekosistemlerin niteliğine göre; nemli, Yarı-kurak ve kurak alanlarda ormandan step’e geçiş bölgesindeki ormanlar olmak üzere üçe ayrılabilir.

Avrupa-Sibirya bölgesinde, Karadeniz ve Kuzey Trakya’da, yaprak döken ve iğne yapraklıların bolca bulunduğu nemli ormanlar bulunur. Bu kuşakta doğuya doğru, kolşik denilen alanda, endemizm oranının belirgin şekilde arttığı, orman altı formasyonların oldukça yoğun bulunduğu ılıman kuşağın yağmur ormanları yer alırken, batıya doğru daha kurakçıl bir flora karşımıza çıkar.

Doğu ve iç Anadolu’da ise çoğunlukla meşenin baskın olduğu İran-Turan bitki coğrafyası kökenli kuru orman formasyonu bulunur. Bu formasyonda yüksek dağlık alanlardaki ormanlar ve bu flora bölgesinin dış kuşağını-geçiş sahalarını ilgilendiren kışın yaprağını döken çalımsı ormanlar bulunur. Yüksek bölgelerde karaçam ve sarıçamın bulunduğu geçiş tipi ormanlar bulunur.

Akdeniz flora bölgesi dünyanın en geniş doğal sedir (Cedrus libani) ormanlarının yer aldığı subalpin formasyonuyla dikkat çeker. Bu flora bölgesi ormanları ayrıca meşe, karaçam ve kızılçam ormanlarıyla temsil edilir.

Türkiye yüzölçümünün yaklaşık %26’sını oluşturan ormanlar, 5 çam, 4 göknar, 2 kayın, fındık, karaağaç, gürgen, dişbudak, 20 meşe, 10 akçağaç, 4 huş türü ile zengin bir çeşitliliğe sahiptir.

Türkiye’nin orman ekosistemleri floristik yapısı yanında sahip olduğu fauna çeşitliliği ile de önemli bir yere sahiptir. Ayı (ursus), tilki (vulpes), kurt (canis aureus), çakal (lynx lynx), vaşak (hyena hyena), geyik (cervus ve capriolus), çengel boynuzlu dağ keçisi (rupicapra rupicapra), yaban keçisi (capra aegaprus aegaprus), yaban domuzu (sus scrofa scrofa), porsuk (meles meles), sansar (martes foina), kirpi (erinaceus), tavşan (lepus capensis), gelincik (mustela), sincap (scirus) gibi memeliler, yılan, bukalemun (chameleo chameleon), kertenkele (lacerta), kaplumbağa (testudo) gibi sürüngenler, sülün (phasianus colhicus), ürkeklik (tetraogallus caspius), huş tavuğu (tetrao mlokosiewiezi), ağaçkakan (dendrocopus) ve diğer yırtıcı kuşlar ve baykuşlar önemli orman faunasını oluşturur.

Alageyik (cervus dama), küçük sıvacı kuşu (sitta krueperi) Akdeniz bölgesi ormanlarının nadir türleridir. İran-turan ormanlarında kara akbaba (aegypius monachus), çengel boynuzlu dağ keçisi (Rupicapra rupicapra) ve yaban kedisi (felis sylvestris); Avrupa-sibirya ormanlarında karaca (capreolus capreolus), kara ağaçkakan (Dryocopus martius) ve huş tavuğu gibi nadir türler yer alır.


2.3.3.Stepler

Türkiye’nin % 28’ini kaplayan step ekosistemleri barındırdığı doğal bitki ve hayvan türleriyle biyolojik çeşitlilik açısından yaşamsal öneme sahiptir. Türkiye’nin en çok bitki türünü bu ekosistemler barındırır. İç Anadolu, güneydoğu Anadolu ve Iğdır çevresi step ekosistemlerinin yayılış alanını oluşturur. Tarım ve ilaç sanayi’ne büyük hizmetleri olan bu ekosistemler aynı zamanda dünyanın en önemli tarımsal gen merkezlerini de barındırır. Bilindiği gibi buğday, nohut, mercimek gibi kültüre alınmış ve dünya nüfusunun büyük bir kesimini besleyen tahılların ataları Anadolu bozkırlarında yer alır.

Step ekosistemi barındırdığı flora çeşitliliği yanında; Anadolu yaban koyunu (ovis orientalis anatolica), step vaşağı (felis caracal), çizgili sırtlan (hyena hyena), huş faresi (sicista caucasica), köstebek (talpa europea), gelengi (citellus citellus), toy (otis tarda), küçük kerkenez (falco naumanni), yılan kartalı (circaetus gallicus), şahin (buteo), doğan (falco), delice (circus) ve bıldırcın (coturnix) gibi nadir hayvan türlerine de ev sahipliği yapar. Bunlardan yalnızca Konya bozdağda kalan Anadolu yaban koyunu endemik bir memeli türümüz iken, toy ve küçük kerkenez Avrupa ölçeğinde tehlike altındaki türlerdir.


2.3.4.Yüksek dağlar

Yüksek dağlık alanlar derin vadileri ile birlikte endemik bitkilerin ve relikt canlıların en sık görüldüğü doğal yaşam ortamlarındandır. Dağların uzanışı ve yüksekliği farklı bitki ve orman kuşaklarının ortaya çıkması yanında fiziksel engel olma özellikleriyle de canlı yaşamında etkilidirler. Örneğin kuzey Anadolu dağları ve Toroslar bu özellikleriyle Türkiye’nin flora ve faunasında oldukça etkili olmuşlardır. Sıradağlar dışında tek dağlar Türkiye biyolojik çeşitliliğinde ekstrem şartlar yaratarak çevrelerine göre oldukça farklı yaşam ortamı yaratarak etkili olmuşlardır. Örneğin İç Anadoluda yer alan Karadağ ve Karacadağ volkanları, Marmara bölgesinde Uludağ bu açıdan oldukça önemlidir.


2.4.Genetik çeşitlilik

Türkiye’nin biyoçeşitliliği’nde etkili olan özellikler kısa mesafelerde farklı koşulların ortaya çıkmasına neden olduğu gibi, bir çok alan çevresine göre izole olduğu için türlerin, evrim yoluyla, genetik çeşitliliğinin artmasına neden olmuştur. Genetik çeşitlilik için en önemli alanlar step ekosistemleridir. Örneğin daha önce de belirtildiği gibi sadece gevenlerin Türkiye’de yüzlerce türü bulunmaktadır. Bazı cinslerde ise tür sayısı 400’ü bulmaktadır. Bu özellikleri nedeniyle Anadolu dünyanın önemli gen merkezleri arasındadır.

Türkiye florası kültürü yapılmış önemli tarımsal bitki türlerinin yabanıl akrabalarını ve türlerle ilgili genetik çeşitliliğe sahiptir. Yabani asma (Vitis sylvestris) ve üzüm asması (Vitis Vinifera)’nın gen merkezi Anadolu’dur. Kiraz, badem, incir ve lale hep Türkiye kökenlidir. Birçok bitkinin islahı da gene ilk kez Türkiye'de yapılmıştır. Flora, buğday, nohut, mercimek, elma, armut ve antep fıstığı (pistachia) gibi önemli ürünlerin çok sayıda yabanisini de içermektedir.

Türkiye faunasında ise son zamanda Kanlıgeçit (Kırklareli), aşıklı höyük, aslantepe (Malatya) gibi arkeolojik alanlarda yapılan kazılarla At’ın bilinene iki evcil kolundan biri Anadolu kökenlidir ve daha önce savunulan evcil At’ın orta Asya kökenli değil, Anadolu kökenli olduğu belirtilmektedir. Bunun yanında ayı (ursus), domuz’un kökenlerinin de Anadolu (Yarımburgaz mağarası ve çayönü) olduğu sanılmaktadır.


3.Tehlike Altındaki Çeşitlilik

Özellikle son 30-40 yılda, Türkiye’deki pek çok habitat çeşidi, geri dönülemez bir biçimde tahrip edilmiştir. Örneğin bu tahribat sonucunda, batı Karadeniz bölümündeki kıyı kumullarının %79’u, Fundalıkların %85’i, turbalıkların %85’i tahrip edilmiştir. Doğu Karadeniz’deki ormanların %88’i tahrip olmuştur. Türkiye genelinde 13.000 km² sulak alan kurutulmuştur.

Bitkilerde incelenmiş Toplam 2.748 türden 46'sı “yokolabilir”, 183'ü “tehlikede”, 1.701'i “nadir”, 5'i “güvende”, 798'i “nadir ve güvende”, 49'u ise durumu açısından “belirsiz”dir. Geri kalan 282 türe ilişkin bilgi yetersizdir.


Kalidiopsis wagenetzii


Dünya Koruma Birliği-IUCN tarafından düzenlenen ve 240 bin bitki örneği üzerinde yapılan 1997 küresel analizine göre, incelenen her sekiz bitkiden biri, neslinin tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Tehlikedeki bu bitki türlerinin %90’ından çoğu endemiktir. Bu araştırma Türkiye’yi de içine almaktadır. Türkiye, çok sayıda bitki türünün tehlikede olduğu 10 ülke arasında yer almakta ve dördüncü sırada bulunmaktadır (tablo 1).


Tablo 1: IUCN- Araştırmalarına göre çok sayıda bitki türünün



tehlikede olduğu 10 ülke


Ülke -------------Toplam tür sayısı ------------- toplamdaki %’si

ABD -------------------- 4669 ------------------------------29
Avustralya -------------2245 ------------------------------14
Güney Afrika ----------2215 ------------------------------11.5
Türkiye -----------------1876 -------------------------------22
Meksika ---------------1593 ------------------------------- 6
Brezilya ----------------1358 -------------------------------2.5
Panama ----------------1302 ------------------------------13
Hindistan --------------1236 ------------------------------- 8
İspanya ----------------- 985 -------------------------------19.5
Peru ----------------------906 ------------------------------- 5


Kaynak: Kerry, S. W. And Gillet, H. J. (edit), 1997.
IUCN Red list of Thretened plants.
Glan, İsviçre: World Conservation Union, 1997


Türkiye’de soğanlı bitki türleri, süs bitkisi olarak yurt dışına satılması özellikle orkidelerin salep yapımı için kullanılması nedeniyle tehdit altındadır.

Dünya Bankasıyla birlikte hazırlanan Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı (1997) memeli türlerinden dördünün ve kuş türlerinden 13'ünün neslinin “yokolma tehlikesi altında” olduğunu belirlemiştir.

Örneğin 19. ve 20. yüzyıllarda Türkiye’deki 8 endemik bitki türünün soyunun tükendiği kesinlik kazanmıştır. Bunlardan ikisi Keban barajı su toplama havzasının doldurulması sırasında sular altında kalarak, öbürleri ise aşırı otlatma ve yerleşimlerin yol açtığı tahribat sonucu yok olmuştur. Türkiye’deki balık türlerinin 50’si tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Fauna açısından da durum aynıdır. Kuş türlerimizden Toy (Tetrax tetrax), Huş tavuğu (Tetrao mlokosiewiczi), Bataklık baykuşu (Ketupa zeylonensis), Tepeli pelikan (Pelecanus crispus), Dikkuyruk (Oxyura leucocephala), Küçük kerkenez (Falco naumanni) soyu tükenme tehdidi altında olanlardan sadece birkaçıdır. Kelaynak’ın (Geronticus eremita) 1990 ve Yılanboyun (Anhingra rufa) ise 1960 yılında doğal nesillerinin tükendiği kabul ediliyor.


dikkuyruk


Memelilerde Anadolu parsı (Pantera pardus), Çita (Acinonyx), Kunduz (Castor Fiber) yakın zamanlarda nesli tükenenler arasında. Tehdit altında olanlar ise Akdeniz foku (Monachus monachus), Alageyik (Cervus dama), ceylan (Gazella subgutturosa), çizgili sırtlan (Hyaena hyaena), susamuru (Lutra lutra), kuyruksüren (Herpestes ichneumon), boz ayı (Ursus arctos), ulu geyik (Cervus elaphus), yaban koyunu (Ovis orientalis), yaban keçisi (Capra aegagrus), karakulak (Caracal caracal)(uzun zamandan beri ilk kez 2003 yılında tek bir bireyine rastlandı), vaşak (Lynx lynx), ve kurt (Canis lupus)yer alıyor. Sürüngenlerde Çöl varanı (Varanus griseus) ortaya çıkarıldığı 1971 yılından, yani 35 yıl sonra neslinin tükenmesi tehdidiyle karşı karşıyadır. Çöl varanı aynı zamanda varangillerin Türkiye’deki tek örneği olmasıyla bilinmektedir.



4.Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’de Tür ve Alan koruma çalışmaları

4.1. İlgili uluslararası sözleşmeler;

4.1.1. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi:

Uluslararası çevre koruma sözleşmeleri arasında toplam 170’ten fazla üye ülkenin imza attığı en çok kabul gören çevre sözleşmesidir. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'nin amaçları biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilir kullanımı ve genetik kaynaklardan adil ve eşit olarak yararlanılmasıdır. 1993 yılının sonlarından itibaren uygulamaya konan sözleşmenin uluslararası ve ulusal düzeyde etkisi büyük olmuştur. Türkiye bu sözleşmeye 1996 yılında taraf olmuştur. Her üye ülke kendi ulusal biyolojik çeşitlilik stratejisi/eylem planını hazırlamak ve eylem planının içerdiği önlemleri uygulamaya koymakla yükümlüdür. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'nin diğer uluslararası sözleşmelerle ve Sivil Toplum Örgütleri ile de pek çok bağlantısı vardır.


4.1.2. Bern Sözleşmesi (Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi):

Bu sözleşme Avrupa Birliği tarafından geliştirilmiş ve 1982 yılında uygulamaya konmuştur. Yalnızca Avrupa Birliği ülkelerini değil aynı zamanda Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini de içine alır. Bern Sözleşmesi Avrupa'nın doğal bitki ve hayvan türleri ve onların doğal yaşam ortamlarının korunmasına; üye ülkeler arasında işbirliğine ve göç eden türler dahil olmak üzere tehlike altındaki türlere dikkat çekmektir. Türkiye sözleşmeye 1984 yılında üye olmuştur.


4.1.3. CITES Sözleşmesi (Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme):

CITES günümüzde hayvan ve bitki türlerinin ticareti konusunda dünyada en yaygın olarak uygulanan sözleşmedir. 1975 yılından beri uygulanan sözleşmeye üye ülkelerin sayısı 140'ı aşmıştır. İzin ve sertifika sistemiyle çalışan CITES, sözleşmenin eklerinde listelenen bitki ve hayvan türlerinin uluslararası ticaretini izlemekte ve kontrol etmektedir. Türkiye CITES Sözleşmesi'ne 1994 yılında 124. ülke olarak imza atmıştır.


CITES kapsamındaki nadir türlerimizden Çakal nergis (Sternbergia candida)

4.1.4. Barselona Sözleşmesi (Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi):

Akdeniz'in ve kıyısındaki habitatların korunması amacıyla Akdeniz ülkeleri arasında işbirliğini amaçlamaktadır. 1978 yılında uygulamaya konan sözleşmeye 20'den fazla ülke imza atmıştır. Türkiye 1981 yılında sözleşmeye taraf olmuştur. Taraf ülkeler arasında gemi, petrol ve kara kaynaklı atıkları önleme ve özel alanları korumak amacıyla dört adet protokol imzalanmıştır.

4.1.5. Dünya Mirası Sözleşmesi (Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme):

Bu sözleşme dünyanın olağanüstü doğal ve/veya kültürel mirasının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılabilmesi amacıyla ulusları işbirliğine çağıran önemli bir araçtır. Türkiye bu sözleşmeye 1983 yılında taraf olmuştur. Bu sözleşme kapsamında 129 ülkede toplam 754 alan Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir. Dünya Miras Listesi'nde Türkiye'den 9 alan yer almaktadır: İstanbul'un Tarihi Alanları, Göreme ve Kapadokya Milli Parkı, Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Hattuşaş (Boğazköy), Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Pamukkale-Hierapolis, Safranbolu şehri, Truva Arkeolojik Kenti.


4.1.6. Ramsar Sözleşmesi (Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme):

Sözleşme sulakalanların olağanüstü özelliklerine ve yaşantımıza kattığı sayısız çeşitlilik ve zenginliğe dikkat çekmektedir. Ramsar'da (iran) 1971 yılında imzalanmıştır. Yalnızca sulakalan ekosisteminin dünya çapında koruma altına alınmasını amaçlayan tek uluslararası sözleşmedir. Türkiye'nin 1994 yılında taraf olduğu sözleşmeye üye ülke sayısı 90'ı aşmıştır. Türkiye'de toplam 9 sulak alan Ramsar Alanı ilan edilmiştir: Göksu Deltası, Seyfe Gölü, Burdur Gölü, Sultan Sazlığı, Manyas Gölü, Kızılırmak Deltası, Uluabat Gölü, Gediz Deltası, Akyatan Gölü.


4.2. Türkiye’de Tür ve Alan Koruma çalışmaları (Biyolojik çeşitliliği önlemeye yönelik çalışmalar):


Deniz kaplumbağası koruma çalışmaları:

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), Doğal hayatı koruma derneği (DHKD), ve dokuz eylül üniversitesi tarafından yapılan çalışmalarla belirlenmiş (1988) 17 önemli üreme alanının taraf olunan uluslar arası sözleşmeler kapsamında korunması amaçlanmaktadır.

Barselona sözleşmesi uyarınca hazırlanan deniz kaplumbağaları koruma eylem planı (1989-1999) ile belirlenen 17 alan doğal sit alanı ilan edilmiş ve çevre düzenleri yapılmıştır. Bu çalışmalar henüz sonuca ulaştırılabilmiş değildir.


Deniz kaplumbağası


Akdeniz Foku koruma Çalışmaları:

Barselona sözleşmesi çerçevesinde Akdeniz Fokunun korunmasıyla ilgili eylem planı hazırlanmış ve kabul edilmiştir (1989). Bu kapsamda Foça bölgesi “Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiştir. Bunun yanında Karaburun yarımadası da çalışma kapsamına alınmıştır.



Akdeniz Foku



Yaban koyunu koruma çalışması:

1960’lı yıllarda bu türün korunmasına yönelik çalışmalar başlamıştır. 1966 yılında Konya Bozdağ’da 42,000 ha alan koruma sahası ilan edilmiştir.


yaban koyunu


Bunların yanında Dağ keçisi, susamuru, yaban ayısı ve huş tavuğu ile ilgili çalışmalar bulunmaktadır. Bunlardan Bursa-Karacabey Ayı Barınağı, Dünya Hayvanları Koruma Derneği (WSPA) tarafından yürütülen dar kapsamlı bir projedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı Çevresel Yatırım Programı-Türkiye tarafından Boru hattı’nın geçtiği alanda yayılışı bulunan Huş tavuğunun korunması amacıyla bir koruma projesi başlatılmıştır. Proje, Huş Tavuğu'nun Türkiye’deki korunma ihtiyaçlarının yönetimi, izlenmesi ve araştırılmasını amaçlamaktadır.


Huş Tavuğu


Tür koruma çalışmaları dışında, alan korumaya yönelik çeşitli bakanlıkların denetiminde bulunan koruma çalışmaları bulunmaktadır. Yerinde koruma (in-situ) çalışmaları olarak adlandırılan bu çalışmalar 4.243 alanda faaliyer göstermektedir. Bunlar arasında 33 milli park, 16 tabiat parkı, 35 tabiatı koruma alanı, 107 yaban hayatı koruma alanı, 163 gen koruma alanı, 250 orman dinlenme yeri, 13 özel çevre koruma bölgesi ve 750 doğal sit alanı bulunmaktadır. Bunların dışında Ex-situ koruma çalışmaları kapsamında Arboretum, gen bankası, tohum bankası, botanik bahçesi çalışmaları bulunmaktadır. 1963 yılında Menemen-İzmir’de kurulan “bitki araştırma ve introdüksiyon merkezi”, 1972 yılında İzmir’de kurulan Ege tarımsal araştırma enstitüsü (50,000 tür), Ankara tarla bitkileri merkezi (6000 tür) ve İstanbul’da bulunan Atatürk Arboretumu bulunmaktadır.

Uluslar arası ölçekte koruma çalışmaları arasında ise Akdeniz Eylem planı, Karadeniz Çevre Projesi gibi çalışmalarda Türkiye’de ortak olarak bulunmaktadır. Avrupa birliğine uyum kapsamında, Avrupa Çevre Ajansı ve Avrupa Bilgi ve Gözlem Ağına Türkiye’de katılmıştır. Bu kapsamda kurulması planlanan sistemle düzenli olarak çevresel göstergelerin izlenmesi amaçlanmaktadır.


5.Sonuç

Bu yüksek endemizm düzeyi, Türkiye’de bu türlerin, özellikle de dünyanın büyük bölümünün bağımlı olduğu tahılların türetildiği yabani türlerin yeterince korunması, tehlike altına girmemesi ya da yok olmaması konusunda daha da büyük bir sorumluluk yüklemektedir.

Yeryüzünün biyolojik zenginlikleri ürkütücü bir hızla azalmaktadır. Türkiye’de biyolojik çeşitliliğin azalması kelaynaklar, yılanboyunlar, deniz kaplumbağaları , Akdeniz foku ile ilgili haberler şeklinde kamuoyunun gündemine gelmiştir.

Ülkemizde doğa ve biyolojik zenginliklerin korunmasına ilişkin önlemlerin alınması son derece olumludur. Örneğin, bu konuda yapılan bilimsel çalışmalarla, nesli kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan bitkisel ve hayvansal canlıların belirlenmesine ilişkin “Kırmızı liste” çalışmaları ve TÜBİTAK projeleriyle, endemik bitki envanteri konusunda yapılan çalışmalar ve araştırmalar, gerçekten bu konudaki bilinçlenmenin simgeleri olarak nitelenebilir. Ancak, bu husustaki çalışma ve araştırmaların artması ve yaygınlaşması gerekmektedir.



6.Kaynaklar

Atakol, A., (2000), “Tehlikedekiş türler-tükenen hayvanlar”, Yeşil atlas, sayı:3 (syf: 34-41), İstanbul

Avcı, M., (1993), “Türkiye’nin Flora Bölgeleri ve “Anadolu Diyagonali”ne Coğrafi Bir Yaklaşım”, T.C.D., sayı:28, İstanbul

Çepel, N., (2003), “Ekolojik Sorunlar Ve Çözümleri” TÜBİTAK popüler bilim kitapları No: 180, Ankara (sayfa 75-89)

Eken, G., (2000), “tufandan sonra biyolojik çeşitlilik”, Yeşil atlas, sayı:3, (syf:12-21) İstanbul

Eken, G., vd. (2000), “türkiyenin biyolojik çeşitlilik atlası”, yeşil atlas, sayı:3 (syf:22-33), İstanbul

Günal, N., (2003), “Yukarı Gediz havzası’nın Bitki Coğrafyası”, Çantay Kitabevi, sayfa:40, İstanbul.

Işık, K., (2003), “biyoçeşitlilik”, Erozyonla mücadele (tema eğitim semineri notları, İstanbul (sayfa 93-94)

Kence, A., Bilgin, C. C., (1996), “Türkiye Omurgalılar Tür Listesi”, DPT-TÜBİTAK “Türkiye Faunası Veritabanı Projesi”, Ankara

Özhatay, N., vd. (2003), “Türkiyenin Önemli bitki alanları”, wwf Türkiye yayını, İstanbul

Yarar, m., G. Magnin. (1997), “Türkiyenin önemli kuş alanları”, DHKD yayını, İstanbul

http://ramsar.org/profiles_turkey.htm

http://www.gap.gov.tr/Turkish/Basinbil/Bbil2001/bb186.html

http://www.tayproject.org (Karain Mağarası, Çatalhöyük (batı), Çatal höyük (doğu), Çayönü, Aşıklı höyük, yarımburgaz mağarası, aslantepe)

http://www.dhkd.org/ilgili.htm

http://www.dhkd.org/turkiyenin.htm

http://www.biodiv.org/convention/partners-websites.asp

http://www.ogm.gov.tr/yukle/biyolojik.doc (biyolojik çeşitlilik sözleşmesi)

http://www.bcs.gov.tr/1.4.php

http://www.btcinvestment.com/eproject3.asp (Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Boru Hattı Çevresel Yatırım Programı-Türkiye-Huş tavuğu)

http://www.cevreorman.gov.tr/belgeler/ucep (Ulusal Çevre Ve Eyelem Planı-UÇEP)




http://www.eea.eu.int (Avrupa Çevre Ajansı Ve Avrupa Bilgi Ve Gözlem Ağına Türkiye’nin Katılımı)




Dipnotlar:




[1] Bugünkü bilgilerimize göre, Türkiye sınırları içinde 3022’si endemik olmak üzere, 8897 çiçekli bitki türü ve eğrelti türü doğal olarak yetişmektedir. Bu sayı alttür, varyete ve hibritlerle birlikte 10.765’e ulaşır (Özhatay vd. 2003)
[2] Kence ve bilgin’nin listesinde yer alan memeli türlerden pantera pardus’un nesli tükendiği sanılmaktadır.
[3] Başbakanlık GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı'nın, Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) işbirliği ile yürüttüğü Güneydoğu Anadolu Bölgesi Biyolojik Çeşitlilik Araştırma Projesi (2001-2003) kapsamında Dünya için yeni bir kertenkele türü Harran Ovası'nda bulundu. 9 Eylül Üniversitesi'nden Prof. Dr. İbrahim Baran ve ekibinin yürüttüğü araştırmalar sonucu bulunan bu kertenkele türüne ekip başkanı Prof. Dr. Baran tarafından Acantodactybys harranensis bilimsel adı verilmiştir. Aynı araştırma içinde Midyat bölgesinde ise, 1.24 m uzunluğunda bir engerek yılanı bulunmuştur. Bunun Türkiye'de şimdiye kadar bulunan en büyük engerek türü olduğu belirten bilim adamları araştırmaları sonucunda bölgenin sürüngenler için çok zengin olduğunu ortaya çıktığını söylüyorlar.


Hiç yorum yok: